Şeyleri kavradığımızda bunları bellekte kayıt altına alır, kavramsallaştırırız. Sahip olduğumuz bu kavramlar sayesinde de düşünür ve hareket ederiz. Kavramların nicelik, nitelik ve enerji seviyeleri ise düşünce ve hareketimizin çapını ve derinliğini belirler. Doğa yasalarına aykırı, nesne ve hareketleri tanımlamayan içi boş tanımsız
Kara Bulutlar Tepemizde Dolanıyor
Bir önceki yazımda: “Dünyamız uzun süredir ilk defa bu denli küresel boyutta çaresizlik, hastalık ve ölümle karşı karşıya kaldı. Bilim insanları ve yetkililerin ‘evde kal’ açıklamalarına uyarak evlerimize kapandık; bekliyoruz.” diye yazmıştım. Tehlikenin halen kapıda olması nedeniyle küresel ölçekte çoğunluk olarak hâlâ evlerimizdeyiz. Fırtına geçtikten sonra yaşama “kaldığımız yerden” devam edeceğiz elbet, ama gelecek hiç de umut vadetmiyor; zor günleri atlatıp evlerimizden çıktıktan sonra yakın ve uzun dönemde birçok sorunla karşılaşacağız. Ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik, kültürel (inançsal), ekolojik, psikolojik olarak salgından fazlasıyla etkileneceğiz. Görünen o ki, kazananlar her zaman olduğu gibi yine bir avuç zengin olacak, milyonlarca insan ise kaybedecek:
Kahveler Tek Başına İçildiği İçin Tadı Yok
“Artık yalnızca sese sığınıyoruzIşıklı geceye.Kime gideceğiz,Hangi sözle anlatacağız acıyı,Hangi dilde bağışlanmayı dileyeceğiz?Bize saf bir başlangıç gerekliKelimelerin gün doğumunda” -Bejan Matur İnanılması zor ve sonuçları hiç de iyi olmayan günler yaşıyoruz. Koronavirüs denilen küçücük bir şey esir aldı bizleri. Yaşantımızı sil baştan değiştirdi. Çaresizce, yaşamla ölüm arasında kıstırılmış bir vaziyette evlerimize kapandık. Bilim kurgu atmosferini andıran şehrin boş sokaklarıyla evlerimizin çoğu şimdi bir kabuktan ibaret, böcekler gibi koruyucu kabuklarımıza çekildik. Zayıf ve çaresiziz. Yaslarımızı tutamıyoruz. Dokunmaya, sarılmaya, tenin sıcaklığına hasret kaldık. Duaların yerini “ne olacak” bekleyişi aldı. En gelişkin cihazları uzayın derinliğine gönderenler, Mars’a yolculuğu tasarlayanlar, her şeye sahip olunca her
Bilimkurgu Sadece Bilimkurgu Değildir
Ergani’de yaşlı bir annem var. Zorunlu olmadıkça hiçbir çocuğunun evinde kalmıyor. Kendi evinde olmak ona huzur veriyor, kapım kapanmasın diyor. Böyle olunca da çocuklarından müsait olan gidip yanında kalıyor. Bu nedenle, Eylül-Ekim aylarında bir aya yakın yanında kaldım. Annemin yanındayken komşularından birinin ineğinin hasta olduğunu öğrendim. Anneme ineğin hastalığını sorduğumda; “İnek şen ve cinsel teninden sıvı gelince boğaya gelme (çiftleşme) dönemine girdiği düşünülerek veteriner çağırıyorlar. Veteriner yeni mezun, acemi biri olduğu için hayvanın hamile olduğunu anlamıyor ve hamile ineğe iğne vuruyor. İğne vurulduğundan bir hafta sonra hayvan karnında taşıdığı bir karış boyunda olan yavrusunu düşürüyor” açıklamasında bulundu. Bu açıklama beni
Akıllı Teknolojik Cihazlarla Birlikteliğimiz? (II)
Yazının öncesi: Akıllı Teknolojik Cihazlarla Birlikteliğimiz (I) (Geçen haftadan devam…) Dijital cihazlar kullanıcılara zaman ve mesafe ötesi ilişkiler kurmaya ve bu ilişkileri çoğu kez sürdürmeye imkân sağlıyor, ama aynı zamanda mikro ölçekte bireyin, makro ölçekte toplumun attığı her adım dijital cihazlar marifetiyle anbean ilgililerce kayıt altına alınıyor, izleniyor. Y. Noah Harari’nin deyişiyle “Her birimiz her yeri kaplayan sayısız örümcek ağına yakalanmış vaziyetteyiz.” ABD ve Türkiye’den vereceğim iki örnek gelinen aşamanın nasıl bir vaziyet aldığını çok iyi göstermektedir: 1) Pentagon (ABD), New York’taki TWOSENSE.AI şirketiyle tasarladıkları yeni yapay zekâ algoritması, çalışanlarının kullandıkları geçiş kartı uygulamasının yerini alacak ve bu sistem sayesinde
Akıllı Teknolojik Cihazlarla Birlikteliğimiz? (I)
Kitaplarını zevkle okuduğum kadın yazarlarımızdan Leylâ Erbil, “Zihin Kuşları” kitabında yer alan yazılarından birinde önemli bir belirlemede bulunur: “Hız, insanla bilginin, insanla insanın arasını açıyor. Bu çağda bilgiye yetişmek, her şeyi öğrenip kavramak olası değil artık.” (T. İş Bankası Yayınları, 2016-İstanbul, s.99) “Dördüncü Sanayi Devrimi” kitabı Leylâ Erbil’in bu belirlemesine neden olan şeyleri geniş bir perspektiften bir bütün olarak sunuyor. Davos toplantılarının düzenleyicisi Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu ve başkanı Profesör Klaus Schwab tarafından 2016 yılında kaleme alınan kitap; “teknoloji ile toplumun nasıl bir arada var olduğunu vurgulama” (s.12) amacıyla yazılmış ve biraz tereddütlü olunsa da sanki geleceği selamlamaya çalışmış. Kitap,
Her Dönemin Kendine Göre Bir Parmak İzi Olur
Yeni okuduğum “Cesur Yeni Dünya” isimli bir kitaptan biraz bahsetmek istiyorum. Aldous Huxley tarafından1932’de distopik kurgu roman olarak kaleme alınan; kapılarında Dünya Devleti’nin sloganı “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” yazan, bu dünyanın cesur insanlarının Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi’nde üretilen ve toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırmayı uykuda eğitimle sağlayan, herkesin mutlu; herkesin çalışır ve herkesin eğlenir ve de “Herkes Herkes İçindir” olduğu “Cesur Yeni Dünya”yı değil; anlatacağım farklı, Harvard Capital Group adlı yatırım bankacılığı firmasının kurucusu ve başkanı William Knoke tarafından “Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Bir Yol Haritası” olarak 1996’de kaleme aldığı “Cesur Yeni Dünya”. (Türk Henkel Dergisi Yayınları, Çev:
Yapay Zekâya Kai-Fu Lee’nin Yaklaşımı-2
Yazının öncesi: Yapay Zekâya Kai-Fu Lee’nin Yaklaşımı-1 (Geçen haftadan devam…) Yapay zekâ bir muamma, gelecekte nelere kadir olacağı pek bilinmiyor ama kesin olan bir şey varsa o da insanların bundan fazlasıyla etkileneceğidir. Yapay zekâ (ve biyoteknoloji) insan doğasını değiştirmeye talip gibi. Olabilecekleri anlamada Kai-Fu Lee’nin düşünce ve hayat hikâyesi yol gösterici olabilir. Kai-Fu Lee; Dünyanın en iyi yapay zekâ araştırmacılarından biri olup Sinovation Ventures ve Yapay Zekâ Enstitüsü’nün başkanıdır. Google Çin’in kurucusudur. Microsoft, SGI ve Apple’da yöneticilik yapmış ve 2013’te Time dergisinde “Dünyanın en etkili insanları” arasında 100 kişilik listede yer almış biridir. En İyisi Olmak, Dünyada Bir Fark Yaratmak
Akıllı Makinelere Hapsedilmiş Bir Gelecek
Zaman zaman benzer konularda yazılmış kitapları okumaya ağırlık veriyorum. Bu, öyle planlı yaptığım bir şey değil; kendiliğinden, içimden geldiği için. Bugünlerde işveren çevrelerinin yayınlamış veya yayınlatmış olduğu dijital dünya, yapay zekâ ve bilgisayar teknolojilerindeki gelişmelere dair kitaplar okuyorum. Kitaplarda yer alan teknolojilerin teknik yanı değil ilgimi çeken, zaten anlamam; benim asıl ilgimi çeken şey, bu teknolojilerin ekonomik, politik, sosyal ve kültürel etkilerinin neler olacağı, yaratabileceği imkân ve olumsuzluklar. Bana ulaşan yapay zekâ, bilgi ve iletişim teknolojileri kitapları ne yazık ki kitapevlerinde satılmıyor. İş çevrelerine, topluma yön veren insanlara, kurum ve kuruluşların üst düzey yöneticilerine ücretsiz, hediye babında dağıtılan cinsten. Elime
Yapay Zekâya Kai-Fu Lee’nin Yaklaşımı-1
Bilgisayar destekli dijital cihazların, internet ve yeni teknolojilerin yaşantımıza girmesi, yapay zekâ ürün ve hizmetlerinin her geçen gün daha da gelişerek hızlıca kullanıma sunulması; ekonomik, kültürel ve sosyal yaşantımızın derinlerine çok güçlü bir şekilde nüfus etmeye başladı. Değer yargılarımız ve algılarımız tümden sil baştan yeniden formatlanıp biçimlenecek, tüketim alışkanlıklarımız değiştirilecek, işgücü piyasasında işsizlik artmakla kalmayıp eşitsizlik onarılmaz derecede derinleşecektir. Dünyamızın, insanlığın, savunmanın, uluslararası ilişkilerin, istihdamın, sağlığın, kısacası her şeyin geleceği yeniden belirlenecektir. Uzun vadedeki en büyük etkisi ise veri bankasının oluşumu olacaktır: Veriyi elinde tutan geleceği de elinde tutacaktır. İnsanlar şöyle veya böyle uzaktan kumanda edilen nesnelere dönüşecektir. Ateşle imtihana
Bir Tatlı Yanılgı: “Görünüyorum O Halde Varım”
“Var olma” halleri ile ilgili kitaplar ilgimi çekiyor. Bir süre önce teolog ve işletme uzmanı Philip Roscoe’nin kaleme aldığı “Harcıyorum Öyleyse Varım” kitabını okumuş ve kitap ile ilgili kaleme aldığım yazımda bir şiirimle birlikte “var olma” hali ile ilgili düşüncemi paylaşmıştım.(*) Tayfun Atay’ın Can Yayınları arasında yayımlanan “Görünüyorum O Halde Varım/ ‘Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan” kitabına dair basında tanıtımlar çıkınca dikkatimi çekti, temin edip okumaya başladım. Sizlerin de okumanızı öneririm, önemli bir çalışma. Her şey çok hızlı gelişiyor, içe kapalı geleneksel yaşam biçimleri hayal oldu. 1960’lara kadar Türkiye’de nüfusunun yaklaşık %30’u kasaba ve kentlerde, geriye kalan %70 köylerde yaşardı.