Şeyleri kavradığımızda bunları bellekte kayıt altına alır, kavramsallaştırırız. Sahip olduğumuz bu kavramlar sayesinde de düşünür ve hareket ederiz. Kavramların nicelik, nitelik ve enerji seviyeleri ise düşünce ve hareketimizin çapını ve derinliğini belirler. Doğa yasalarına aykırı, nesne ve hareketleri tanımlamayan içi boş tanımsız
Strateji, Gelecek, Kavramsal Tohumlar
Strateji, geleceği belirlemede anahtar görevi görmesinin yanında, hayallerini gerçekleştirmek isteyen cesur insanların hatasız uygulamalarına da yardımcı olur. Bu nedenle bugün öncelikli olan şey, derinlemesine yapılacak ortaklaşa bir çalışmayla belirlenmiş bir stratejiyle ortak bir amaç etrafında insanların enerji ve hayallerini güçlü bir şekilde açığa çıkarmak, geleceğe dair düşünceler üreterek plan ve programlar geliştirmektir. Düne göre her şey çok daha karmaşık ve sorunların çözümü de bir o kadar zor olsa bile bunu başarmak gerekiyor. Dünyamızda ulusal ve küresel yönetimler, sistemler, kurumlar, programlar günümüzde artık ya çaresiz, ya çözülüyor ya da yetersiz kalıyor. İşte, asıl böylesi bir zamanda esas maharet gösterilmelidir. Yanlış şeytani
“Büyük Dönüşüm”, Korona, Geleceğimiz
Karl Polanyi, 1944 yılında yayımlanan “Büyük Dönüşüm” kitabına “On dokuzuncu yüzyıl uygarlığı çöktü” cümlesiyle başlar.(1) Liberalizm ve anti-komünizme karşı oluşuyla bilinen düşünür K. Polanyi’nin burada çöktüğünü iddia ettiği şey, uygarlığın temel dayanağı olduğu söylenen ve kendi kurallarına göre işleyen piyasadır. Karl Polanyi’ye göre, piyasa mekanizması insana ve doğal çevreye değer vermez. Serbest piyasanın toplumun doğasına aykırı siyasi bir proje olduğu en önemli argümanıdır. Çöküş hipotezini de şu sözlerle ifade eder: “Piyasa mekanizmasının insanların ve onların doğal çevresinin kaderinin, hatta satın alma gücünün miktarı ve kullanımının, tek yönlendiricisi olmasına izin vermek toplumun çöküşüyle sonuçlanır.”(2) Bizler şuan yirmi birinci yüzyıldayız. Bizim uygarlığımız
Düşünmenin Düşünülmesi
Geçtiğimiz hafta Dünya Felsefe Günü kutlandı. UNESCO, felsefenin önemine dikkat çekmek için 2002 yılında her yıl Kasım ayının üçüncü Perşembe gününü Dünya Felsefe Günü olarak kabul etti. O tarihten beri her yıl dünyanın çeşitli merkezlerinde felsefe günü kutlanmaktadır. Türkiye’de felsefe günü kutlamaları yapıldığına dair bir şey duymadım, yazılmış bir iki yazının dışında bir şey görmedim. Bu durumu felsefi fukaralığımızın bir göstergesi olarak görebilir miyiz, bilmiyorum. Felsefe kavramlarla düşünmedir; bir sepet dolusu laf yapmadır. Bu laflar tabi “laf olsun torba dolsun” diye sepetlerde toplanmaz, tümü akıl süzgecinden geçirilerek sepete doldurulur. Bundan dolayı sepette yanlış da olsa gereksiz laf çok az bulunur.
Sezai Karakoç ve Çayönü Kazıları
Sezai Karakoç, Erganili olup tanınan, bilinen bir şairimiz ve düşünce insanımızdır. Erganililer olarak kendisiyle her zaman övünüyoruz, ama O’nda düşünce olarak, kendi ulus ve dini inancının dışındaki tüm uluslara, tüm dini inanç ve düşünce sahiplerine ya da başka bir ifadeyle kendisinden olmayan herkese tam bir güvensizlik söz konusudur. O, düşünce ve geleceğinden, kendinden kuşku duymakta ve korkunç bir tedirginlik yaşanmaktadır. Bu tedirginliğin sonucu olarak tüm arkeolojik kazı ve çalışmalara karşıdır (ve Osmanlı hayranıdır). Örneğin, Çıkış Yolu adlı eserinde, bu korku ve özlemini feryat halinde haykırmaktadır: “Toprak ayağımızın altından kayıyor. Bundan haberiniz olsun, toprak ayağımızın altından kayıyor. Çünkü: bu toprağın bir
Kapitalizmin Mutasyonu, Yenilgimiz ve Yeniden Düşünmek
“İnsanoğlunun saygın ve haysiyetli bir yaşam mücadelesi yok edilemez; insanoğlunun özgürlük ve eşitlik düşü ruhlardan atılamaz.” -Mehmet Uzun Eskiden Marksizm-Leninizm’e inanan biriydim. Marx’ın düşüncelerinin Lenin pratiğinde Sovyetler’de hayat bulmuş hâlini savunuyordum. İnanmak ve savunmakla da kalmayıp, bu düşüncenin gerçekleşmesi için karınca kararınca mücadele ettim. İnandığımız bu düşünceyi maddi güce dönüştüremedik ne yazık ki; teori, pratikte karşılığını bulmadı. Hayal ettiğimiz “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” özgürce yaşayacağı “sınıfsız bir toplum” kurma vaadini gerçekleştirmeyi ne benim mensubu olduğum siyasi hareket ne de başka siyasi hareketler gerçekleştirebildi. Sadece Türkiye’de değil, dünyadaki mevcut sosyalist/komünist hareketlerin hiçbiri bunu gerçek anlamıyla gerçekleştiremedi. Başarısız oluşumuzun elbette
Dönemin Marazi Belirtileri
“Hayatımı aydınlatan ve zaman içinde bana hayatı neşeyle karşılama cesareti veren ideallerim Hakikat, İyilik ve Güzellik’tir. Benzer düşünenlerin desteğinin yanı sıra, bilim ve sanatın asla ulaşılamayacak olan hedeflerine ulaşma gayreti olmadan hayat bomboş ve anlamsız olurdu. İnsanların mülkiyet, gösteriş ve lüks gibi sıradan hedeflerini her zaman aşağılık buldum.” “İncelikli fikirler ve soylu davranışları ancak büyük ve sağlam karakterler üretebilir. Para yalnızca bencilliğe hitap eder ve sahiplerini karşı konulmaz bir şekilde suiistimal etmeye kışkırtır.” “İnsan doğanın verdikleriyle yetinmesini bilmeli. Fakat bir de zamanın ruhu diye adlandırılan, belli bir neslin kafa yapısını, tavrını şekillendiren ve bir kişiden diğerine geçerek tüm toplumun ruh
Hiçbir Şey Gerçekler Kadar Acı Değildir
Bir COVID-19 virüsü çıktı dünyanın feleği şaştı. Peki, bir toplumun tüm fertleri bir gün bir salgın hastalık yüzünden birer birer kör olmaya başlarsa ne olur, nasıl bir yaşamla karşı karşıya kalınır? Bu ve benzeri ürkütücü sorulara verilecek yanıtları ve daha fazlasını KÖRLÜK(*) romanını okuduğumuzda bulabiliriz. Romanı José Saramago kaleme almış. Saramago, 1922-2010 tarihleri arasında yaşamış Portekizli bir yazar. Din konusunda görüşleri ülkesinde sansürlenince Kanarya adalarına yerleşip yaşamaya başlamış. 1969’dan ölümüne kadar Portekiz Komünist Partisi’nin üyesi olmuştur. 1998 Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış olan yazar çok önemli eserlere imza atmıştır. Bu eserlerden en etkileyici olanı 1995 yılında yazdığı KÖRLÜK romanıdır. Roman, 2008
Bir Kitap ve Bir Mekân: GÖBEKLİ TEPE
10 yıl önce okuduğum bir kitabı ve bu kitabın yazılışına neden olan gizemli bir mekânı anlatmak istiyorum. Beni buna sevk eden şey, Tel Aviv Üniversitesi’nden Prof. Avi Gopher ve Doktora adayı Gil Haklay’ın, Göbekli Tepe’de yer alan yapıların “tutarlı bir geometrik desene göre” tasarlandığı şeklindeki açıklamaları oldu. (Gazete Duvar, 16 Mayıs 2020) Haberi okuyunca Göbekli Tepe(*) kitabını içimde yeniden okuma isteği uyandı ve yeniden, keyifle okudum. Kitabı Klaus Schmidt kaleme almış. Kendisi, hem Göbekli Tepe’nin mekân olarak yerini keşfeden, hem de arkeolojik kazılarda sorumluluk alıp kazıları yöneten saygın bir bilim insanı. Böyle olunca da kitabın bilimsel değeri ve anlatılanlar daha
Bilimin Seyri, Paradigmalar ve COVID-19
İnsan benliği zihinsel, duygusal ve manevi bir yapıya sahiptir. Devlet dâhil tüm örgütler (şirketler, vakıflar, sendikalar, dernekler, siyasi oluşumlar) insanları örgütledikleri için onların da insanlar gibi (bazen akıl tutulması yaşasalar da) zihinsel, duygusal ve manevi yanları vardır. Bir örgütün zihinsel yanı, onu genel düşünme süreçlerinden, uyguladığı somut kurallardan, öncelikleri belirleme ve amaçlara ulaşmada kullandığı akıl yürütmeden oluşur. Batı kültürü, daha çok da Descartesci Sistem her zaman nesneleri küçük kutular içinde birbirinden ayırma eğiliminde olmuştur. Bu, eski Yunan’daki atomculuğa kadar gider. Ama aynı zamanda buna eşlik eden, eşit ölçüde bir başka Batılı eğilim daha vardır; bu da aklı ya da ruhu
‘Sosyal Mesafe’ mi, ‘Fiziksel Mesafe’ mi?
Bir işe başlamadan önce en uygun sözcük ya da kavramlarla yapılacak iş doğru bir şekilde tanımlanmalıdır. Bu yapılmadığında başarı şansımız azalır. Koronovirüs başımıza bela olmaya başlayınca, hem yetkililer hem de vatandaşlar bu belaya karşı kendilerince bazı önlemler almaya başladı. Alınan önlemlerden biride “sosyal mesafeye uyma” kuralı oldu. Salgından korunmak için devletin en yetkilisi başta olmak üzere, bakanlar, bilim kurulu üyeleri, siyasi liderler, valiler, belediyeler, doktorlar, gazeteciler, haber sunucuları yaptıkları açıklamalarda mutlaka “sosyal mesafe” kuralına uyulması gerektiğini söylemeye başladılar. Ve iş o kadar ileri gitti ki reklamlarda bile bu kullanılmaya başlandı. Bu tanımlamada, yani “sosyal mesafe” tanımlamasında bir yanlışlığın olduğunu düşünüyorum.